HEMEN MAGAZİN İZMİR'E ABONE OL!

Murat Yılmazer

BİYOFİLİK MİMARİ

Magazinizmir

Her çocuk bir sanatçıdır. Bütün sorun, büyüdüğü zaman nasıl sanatçı kalacağındadır.

Pablo Picasso

 

 BİYOFİLİK ( İYİLEŞTİREN MİMARİ ) TASARIM VE MİMARİ…

 

Son dönemde tüm platformlarda tartışmalarımızın ekseriyet ile ana başlığını oluşturunca bu ay sizler ile bu akımı paylaşmayı uygun buldum.

 

Biyofili terimi aslen “biophilia” kavramından gelir. Biophilia, “yaşam sevgisi veya yaşayan sistemlerin sevgisi” anlamına gelir ve doğal çevreyle olan içsel bağımızdır. Hepimizin, doğal dünya ile yüz binlerce yıllık geçmişe dayanan genetik bir bağlantısı olduğunu belirten aslında en önemli unsurdur. Kentleşme oranlarının bu derece yoğun artışının doğal dünya ile olan bağlantıyı ne kadar etkilediğini gözlemleyen Amerikalı psikolog Edward O. Wilson tarafından 1980’lerde yaygınlaştırılan bir terim olmasının yanı sıra aslında dönem gerek simlerinin bir noktada doğal dışa vurumudur. Gelişmiş ülkelerde kentsel dokunun giderek büyümesi, gelişmekte olan ülkelerde ise kente doğru yüksek oranlardaki göçler nedeniyle günümüzde “Biyofili” terimi süratle önem kazanmaktadır. Teknoloji ve endüstri ile donanmış kentsel yaşam alanlarımızda doğayla olan bu temel bağlantı bazen tamamıyla kaybolsa da. Biyofilik tasarım doğal ortamlarda yaşamak, çalışmak ve öğrenmek adına bu yakınlığı tekrar kurabilmeyi amaçlayan Modernize edilemeye müsait bir yöntemdir. Bu yaklaşımı benimseyen tasarımcılar iç mekana veya mimari tasarıma bilinçli olarak doğayı dâhil ederek yeniden bağlantı kurabilmeyi amaçlamışlardı. Son tahlilde, bu kavram yapılı çevrenin arasına doğanın sirayet ettiği yöntemleri araştırmanın bir yoludur.

Hayatlarımız giderek kentleştikçe doğal ışık, yeşil alanlar ve organik malzemelerle olan bağımız azalmıştır. Doğadan yoksun bir çevrenin sağlık, verimlilik ve refah üzerinde olumsuz etkileri olur. Bu durum özellikle kurumsal ofis sektöründe, eğitim ve hastane yapıları gibi kamusal mekânlarda daha da önem kazanmış. Doğadan kopuk bir mahal anlayışı zayıf performansa sebep olarak verimliliğin düşmesine sebep olur. Bu durum iş kaybı ve yüksek maliyetler ile sonuçlanabilir. Bununla birlikte, teknolojideki gelişmeler ve tasarım konusundaki yeni yaklaşımlar olumlu değişimlere yol açar. Belki bir gün her ofis çalışanı öğle yemeğini bir kentsel çiftlikten hasat edebilecek, tüm hastaneler ise iyileşme teknolojisini doğal dünyanın olumlu etkileriyle kesintisiz bir şekilde harmanlayan parlak, havadar yerler olacak. Biyofilik tasarım işte tam olarak böylesi hibrit yapılı çevrelerin oluşturulmasını araştırıp bunları modern dünyaya entegre eder.

Doğa ile insan yapımı çevre arasında güçlü bağlantılar kurmayı hedefleyen bir tasarım yaklaşımının adı olan biyofilik tasarımın, faydalı etkileri kanıtlanmış bazı neticeleri vardır. Örneğin ofis çalışanlarının daha üretken olmasına yardımcı olmak, çocukları okullarda öğrenmeye teşvik etmek ve hastanedeki hastaların iyileşmesine yardımcı olmak gibi bazı iyicil sonuçlar elde edilebilir.

Akıllı çalışma alanları ile çalışanların iyileştirilmiş sağlıkları ve performansları arasında doğrudan bir ilişki vardır. İş yerinde doğayı birleştirmek için yapılan basit değişiklikler bile çalışanların çalışmaya başladığı zaman nasıl hissedeceği ve çalışırken ne kadar mutlu, yaratıcı ve üretken oldukları üzerinde büyük etkiye sahiptir.

Yapılan araştırmalara göre ofisteki verimlilik %8 oranında artırılabiliyor, çalışanların iyi hissetme oranının %13 artması ise yaratıcılığın ve işe gitme oranının artmasına olanak tanıyor.

Akıllı çalışma alanları ile çalışanların iyileştirilmiş sağlıkları ve performansları arasında doğrudan bir ilişki vardır. İş yerinde doğayı birleştirmek için yapılan basit değişiklikler bile çalışanların çalışmaya başladığı zaman nasıl hissedeceği ve çalışırken ne kadar mutlu, yaratıcı ve üretken oldukları üzerinde büyük etkiye sahiptir. Yapılan araştırmalara göre ofisteki verimlilik %8 oranında artırılabiliyor, çalışanların iyi hissetme oranının %13 artması ise yaratıcılığın ve işe gitme oranının artmasını tetikleyerek daha iyi verim sağlanmasına olanak tanıyor.

Eğitim yapıları içinse çok daha çarpıcı sonuçlar elde edilebilir. %20-25 gibi dramatik bir oranda artan öğrenme durumu kesinlikle iyi bir sonuçtur. Öğrencilerin test sonuçlarındaki iyileşme, konsantrasyon seviyelerindeki ve derse devamlılıktaki artış, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu gibi durumlarda görülen çarpıcı iyileşme, biyofilik tasarımın olumlu etkilerinden sadece birkaç tanesini ifade etmektedir.

Sağlık yapılarında da benzer şekilde etkili sonuçlar elde edilebilir. Biyofilik tasarım yaklaşımı, hastalar üzerinde sakinleştirici ve iyileştirici etkiler sağlar. Yapılan araştırmaya göre ameliyat sonrası gerçekleştirilen hasta bakım ihtiyaçları %8.5 oranında, ağrı kesici ilaçların tüketimi ise %22 oranında azalmıştır.

Modern mimarlıkta kendine giderek daha geniş bir yer edinen Biyofilik Tasarım (Biophilia) kavramından bahsedeceğim. Giderek daha da yoğun bir kentleşme süreci içine giren yerleşim alanlarında, insanın da doğada var olan her canlı gibi bir canlı olduğu ve esas doğasında da bu habitattan uzaklaştıkça mutsuzlaşacağı üzerine birtakım çalışmalar yapıldı. Modern mimarlıkta kendine giderek daha geniş bir yer edinen Biyofilik Tasarım (Biophilia) kavramından bahsedeceğim. Giderek daha da yoğun bir kentleşme süreci içine giren yerleşim alanlarında, insanın da doğada var olan her canlı gibi bir canlı olduğu ve esas doğasında da bu habitattan uzaklaştıkça mutsuzlaşacağı üzerine birtakım çalışmalar yapıldı. Çalışmalar ortaya çıkardı ki, doğada var olan elamanları, insanların yaşam alanlarında var etmezsek, kişilerin mutlu hissetme ihtimali de giderek azalacaktır. Teknoloji ve endüstriyel atmosferlerde, LED ekranlar, reklam panoları, ışıklı ya da yazılı neon tabelalar, beton, çelik, korna, is, gürültü ve insan beyninin bir günde kaldırabileceğinden daha fazla uyaranı içeren yapılı çevreler, bizi gerçekten de depresyona sürüklüyor.

Öyle ise nedir bu biyofilik tasarım?

“Biyofili” kelimesinin kökeni, Latince “yaşama ve yaşayan sistemlere duyulan sevgi” anlamına gelen “biophilia” kelimesine dayanıyor. Ünlü biyolog E.O. Wilson tarafından ortaya atılan “biophilia” kavramı, insanoğlunun doğası gereği diğer tüm yaşam sistemlerine içgüdüsel olarak bağlı olduğunu savunuyor. “Biyofilik tasarım” ise bu kavramın mimarlık ve tasarım alanlarındaki yansımasını oluşturuyor. Biyofilik tasarım, insanın doğa ile iç içe olan yapılarda daha verimli çalıştığını, daha çabuk iyileştiğini ve daha kolay öğrendiğini kanıtlayan araştırmalara dayanarak doğaya özgü unsurları modern mimariye taşımayı amaçlıyor. Bu prensipten hareketle mekânlarda fark yaratmayı amaçlayan tasarımcılar, okul, hastane ve özellikle de yeni nesil ofislerde biyofilik tasarım ilkelerini göz önünde bulundurarak; doğal havalandırma, doğal aydınlatma, doğanın içindeki formlara, sistemlere ve yaşam örgülerine öykünen çözümlemelere yer veriyorlar. Biyofilik tasarım, bina sakinlerini doğaya daha yakından bağlamak isteyen bir mimari yaklaşımdır. Biyofilik tasarımlı binalar, doğal aydınlatma ve havalandırma, doğal peyzaj özellikleri barındırmak ve insanlar için daha üretken ve sağlıklı bir çevre yaratmak gibi amaçlara hizmet eder. Biyofilik tasarım, doğaya olan bağlılığımızı modern yapılı çevrede buluşturmayı amaçlamaktadır. Basitçe söylemek gerekirse, biyofilik tasarım, doğal dünyada var olan ve üretkenliğe katkıda bulunan elemanları yapılı çevrelerde var ederek memnun bireyler oluşumuna katkıda bulunmaktır. Doğal malzeme, doğal aydınlatma, iç mekanlarda yeşil bitkiler ve yeşil elemanlar, manzara olanağı varsa geniş açıklıklar, doğada var olan dokular, ritimler, su elemanı, termal özellikler, hava akımı, yaya dolaşımı gibi birçok kriter aslında bu biyofilik yaklaşım kapsamına giriyor. Örneğin bol ışık alan, ahşap zeminli, yeşil duvarlı bir çalışma alanı biyofilik kriterlere daha uygun olabilir. Her zaman, zamanının ihtiyacına yönelik reaksiyon gösteren mimarlık, 21. Yüzyılda da biyofilik tasarımı gündemine taşıyorsa, demek ki kentlerde var ettiğimiz yapılı çevreleri, biraz kalıpların dışında, belki daha basit, hatta daha ilkel yaklaşımlarla ele alarak, natürel olarak genlerimizde var olan doğa sevgisini ve özlemini tatmin etmemizin zamanı gelmiş demektir. Biyologlar ve ekolojistler uzun yıllardır bu konu hakkında fikirlerini aktarıyorlar, insanların orman ve yeşil alanlarda mutlu ve huzurlu olduğunu çünkü insanın bu ekolojik sistemler içinde geliştiğini belirtiyorlar. Doğa ile iç içe olan yaşamımızın yerini kent yaşamının almasıyla birlikte, teknolojinin ve endüstriyel mimarinin hâkim olduğu kentsel dünyada, insanların doğa ile bağlantıları kopuyor. Bu noktada biyofilik tasarım; yaşamak, çalışmak ve öğrenmek için doğal ortamlar yaratılarak doğa ile bağlantı kurmanın yenilikçi bir yolunu teşkil ediyor. Vaktimizin %90’nını iç mekânlarda geçiriyoruz, bu da dış mekânı içeri taşımak ve hem dolaylı hem de dolaysız yollardan doğaya göndermede bulunan iç mekânlar yaratmak zorunda olduğumuz anlamına geliyor.Bu yeni yaklaşım, iç tasarımı sadece estetik veya işlevsel bir disiplin olarak değil, aynı zamanda insanların zihinsel ve fiziksel refahını iyileştirmenin bir yolu olarak da görüyor. Ancak biyofilik tasarım, bitkileri iç mekânlara eklemekten çok daha fazlasını içeriyor. Doğayı iç ya da mimari tasarıma bilinçli bir şekilde dâhil ederek, açık havayı yapılı çevremize taşıyarak, doğayla yeniden bağlantı kurmamızı amaçlıyor. Biyofilik tasarımın, ister ev bitkileri ister doğal ışık şeklinde olsun, sağlığa yararlı olduğunu ortaya koyan bir dizi bilimsel çalışma yapılmış durumda. 2019 yılında Danimarka’da yapılan bir çalışma, doğayla daha fazla iç içe olan çocukların yaşamlarının ilerleyen yıllarında doğada vakit geçirmemiş çocuklara kıyasla %55 oranında daha az ruhsal sorun yaşadıklarını ortaya koyuyor. Bitkilerin stres oranını azalttığı, odaklanmaya yardımcı olduğu ve hatta bağışıklığımızı güçlendirdiğini ortaya koyan araştırmalar da mevcut.

Yapılan çalışmalar ayrıca bitkilerin verimlilikle de bağlantısı olduğunu ortaya koyuyor. Norveç’te yapılan bir araştırmada etrafın yeşilliklerle çevrili olduğu bir ofiste dikkat gerektiren görevler verilen deneklerin, bu imkândan faydalanamayan deneklere göre daha yüksek puanlar aldığı gözlemlenmiş. Peki, bunun nedeni nedir? Konuyla ilgili teorilerden biri “dikkat restorasyon teorisi” olarak biliniyor. İş yerinde yoğun bir şekilde işe odaklanarak geçirdiğimiz zaman epeyce fazla bu da zihinsel yorgunluğa neden oluyor. Gözlerinizi birkaç saniye ekrandan ayırıp masanızda duran bir bitkiye bakmanız bile zihninizin bir mola alıp, yeniden odaklanabilmesine olanak tanıyor. Bu araştırmaları yakından takip eden ve bilen Google, Etsy gibi pek çok önde gelen şirket, çalışanlarının daha mutlu, daha yaratıcı olup, daha fazla çalışmalarını sağlamak için biyofilik tasarıma yönelmiş durumda. Teknoloji şirketlerinin ofislerindeki yaşayan duvarlar o kadar yaygınlaştı ki neredeyse birer tasarım klişesi haline geldi. Günümüzde mobilya üreticileri de artık içinde bitki yetişebilen ofis masaları tasarlıyor. Biyofilinin bir uzantısı olan biyofilik tasarım, doğal malzemeler, doğal ışık, bitki örtüsü, doğa manzaraları ve doğal dünyanın diğer deneyimlerini modern yapılı çevreye dâhil etmeyi öneriyor. Bu nedenle de ortak çalışma mekânları ve ofis alanları tasarlayan tasarımcılar biyofiliyi en önce uygulayan grup olmuştur.

Örneğin, Portekiz’de bulunan Second Home ofis binası iki binden fazla bitkiye ev sahipliği yapıyor; amaç, görsel ve akustik mahremiyetin yanı sıra bitkilerin sunduğu tüm faydalardan yararlanmak. Second Home’da yapılan her şey ilhamını doğadan ve biyofiliden almış. Tasarımlarda düz çizgiler yok çünkü doğada düz çizgiler yok. Google ise daha fazla doğal ışık için tavan pencereleri kullanarak, mekânlara daha fazla bitki yerleştirerek ve hatta duvar kâğıtlarını ve halıları doğal desenli olanlarla değiştirerek; çalışanlarının daha fazla odaklanmasına, daha yaratıcı ve daha verimli olmasına yardımcı olduğu iddiasında. İnsanlar doğal dünyada evrimleşmiş olabilirler, ancak çağdaş insanların yaşam alanı büyük ölçüde, zamanımızın yüzde 90’ını harcadığımız iç mekân haline gelmiştir. İnsan ve doğa arasındaki kopukluk sorunu nedeniyle ortaya çıkan biyofilik tasarım kavramı, fiziksel ve zihinsel iyiliğimizin doğal dünyayla ilişkilerimizin kalitesine dayandığını kabul etmektedir. Biyofilik tasarım hareketi tüm mimari tasarımları ve hatta kent tasarımlarını kapsayabiliyor. Bilim insanları, bitkilerin binalarımızdaki küf ve uçucu organik bileşenler gibi zararlı etkenleri takip etmeye yardımcı olabilecek birer sensor görevi görebileceği kanaatindeler. Mühendislik firması Arup’un 2016 senesinde yayınladığı rapor, binaların havadan karbondioksit çekmesi, hava kirliliğini filtrelemesi, gürültüyü azaltması ve şehirlerin daha serin kalmasının bir yolu olarak yeşilliklerle kaplanması gerektiğini ileri sürüyor. The Biophilic Cities / Biyofilik Şehirler projesi, farklı şehirlerin, parklar veya çatı bahçeleri gibi daha az geleneksel yöntemlerle, şehir sakinlerinin yeşil alana erişimlerini nasıl artırdığını göstermeyi amaçlıyor. Doğa hayatımıza daha fazla dâhil olduğunda kendimizi çok daha iyi hissediyoruz. Biyofilik tasarım bu gerçeği kabul ediyor ve iç mekânlarımızı, binalarımızı ve hatta şehirlerimizi daha az gri ve daha çok yeşil hale getirmeye yardımcı oluyor.

Biyofilik Mimarlık Biyofilik tasarım yaklaşımının temellerini oluşturan biyofilya (biophilia) kavramı “…yaşama ve yaşam benzeri süreçlere karşı duyulan doğuştan gelen eğilim” olarak tanımlanır (Wilson, 1984). Hipotez olaraksavunulan bu kavram insanın diğer tüm yaşam sistemlerine içgüdüsel olarak bağlı olduğunu iddia etmektedir. Temellerini bu hipotezden alan biyofilik tasarım “modern kentsel alanda insan ve doğa arasındaki ilişkiyi yeniden kurarak insanların fiziksel ve zihinsel açıdan sağlık ve refah duygularını geliştirmeyi amaçlayan yaklaşım” olarak tanımlanmıştır (Kellert ve Calabrese, 2015, s. 3). Biyofilik tasarım, insanlar için yapılı çevrede biyolojik bir organizma olarak iyi bir yaşam alanı yaratmakla ilgilidir. Tüm organizmalarda olduğu gibi, etkili insan işlevi de ayrıştırılmış ortamlardan ziyade ekolojik olarak birbirine bağlıdır. Tüm türler gibi, insanların da yapay olandan ziyade doğaya karşı etkisel ve tepkisel bağlantısı biyolojisinde mevcuttur. Biyofilik tasarım, modern yapılı çevrede doğayla ilgili bu içsel adaptasyonları tatmin etmeyi ve bunu yaparken insanların fiziksel ve zihinsel açıdan sağlığını ve zindeliğini geliştirmeyi amaçlamaktadır (Kellert & Calabrese, 2015, s. 21). Doğal unsurlar eski çağlardan itibaren insan yapılarında kullanılmıştır. İlk yerleşim alanları olan mağaralardaki duvar resimlerinde, Neolitik Döneme ait Şanlıurfa’da bulunan antik Göbekli Tepe yerleşim alanının karakteristik stilinde, Babil’in asma bahçelerinde, Yunan tapınaklarında, İspanya'daki Elhamra Sarayı bahçe avlularında, Selçuklu motiflerinde doğal unsurların veya süreçlerin uygulamaları gözlenmektedir (Browning, Ryan & Clancy, 2014, s. 6). 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında Art Nouveau tasarımlarında doğadan ilham alındığı görülmektedir. Victor Horta’nın Belçika’da bulunan Hotel Tassel binası, Louis Comfort Tiffany lambaları (Resim 1) ve Antonio Gaudí’nin binalarının açık biyomorfik formları döneminin güçlü örnekleridir. 20. yüzyıl başlarında Frank Lloyd Wright tarafından tasarlanan Fallingwater (Şelale evi) ve Johnson Wax Binası biyofilik tasarımın geçmişteki uygulamaları olarak kabul edilmektedir.

Tarihi yapılarda ve mekânlarda gözlenen hayvan ve bitki temsillerinin uzun zamandır dekoratif ve sembolik süslemeler için mimarlık alanında kullanıldığı bilinmektedir. Her dönem farklı şekillerde uygulanan bu doğal temaların tutarlılığı, biyofilik tasarımın yeni bir olgu olmadığını göstermektedir. Daha ziyade tarih, bir kentsel tür olarak modern insanın sağlıklı ve canlı bir varoluşu sürdürebilmesi için doğa ile bağlantısının hayati öneme sahip olduğunu desteklemektedir. Biyofili ve biyofilik tasarım, fiziksel ve zihinsel refahımızın kendimizin ötesinde, ekolojik olarak bir parçası olduğumuz doğa ile olan ilişkilerimizin kalitesine bağlı olduğunu vurgulamaktadır (Kellert & Calabrese, 2015, s. 21). Güneş ışığının bulunduğu, hayvanlarla temasta olduğumuz, ağaç, çiçek, akan sular, kuşlar ve doğal süreçler barındıran ortamlarda daha iyi hissettiğimiz gerçeği esas alınarak biyofilik tasarım anlayışı şekillendirilmektedir (Bayraktaroğlu, 2013, s. 35). Mimarlık alanında bu tasarım yaklaşımı ile hasta insanların daha hızlı iyileşebileceği hastaneler, çalışanların daha verimli olacağı ofis mekanları, çocukların daha başarılı olacağı eğitim yapıları ve refah duygusunu arttıracak yaşam alanlarının tasarlanması hedeflenmektedir.

Bilim insanları ve tasarımcılar, insanların doğal ve yapılı çevreler ile ilgili memnuniyetlerini en çok etkileyen özellikleri ve bu durumun sebeplerini tanımlamak için çalışmaktadır. Araştırmaların, sağlık ve refah üstünde olumlu bir ekti sağlayacak şekilde uygulamaya nasıl yansıtılacağı, bu yaklaşımın ele alınma biçimleri önem taşımaktadır. Bu gerekçelerle, yapılan değerlendirmeler sonucunda doğa, bilim ve yapılı çevre arasındaki ilişkiler tanımlanmaya çalışılmış, biyofilik tasarıma yönelik yapılı çevrede yer alan ve doğa-sağlık ilişkilerini yansıtan etkenler bir çerçeve içerisinde sunulmuştur (Browning vd., 2014). Ampirik verilerle desteklenen, işlevleri ve etki alanları açısından on dört madde halinde sınıflandırılan tasarım parametreleri tanımlanmıştır. Tanımlanan modeller daha anlaşılabilir olması amacıyla üç ana başlık içerisinde ele alınmaktadır: mekânda doğa, doğal analoglar ve mekânın doğası

Mekânda doğa Bu parametre bir mekânda ya da alanda doğanın doğrudan, fiziksel ve geçici mevcudiyetini ele almaktadır. Bitki yaşamı, su ve hayvanların yanı sıra esintiler, sesler, kokular ve diğer doğal unsurları içermektedir. Örnekler arasında saksı bitkileri, çiçek tarhları, kuş besleyiciler, kelebek bahçeleri, çeşmeler, akvaryumlar, su barındıran unsurlar, avlu bahçeleri, yeşil duvarlar veya bitki örtülü çatılar bulunmaktadır. Alan deneyimlerindeki en güçlü doğal etki, özellikle çeşitlilik, hareket ve çok-duyumsal etkileşimler aracılığıyla anlamlı ve doğrudan bağlantıların oluşturulmasıyla elde edilmektedir (Browning vd., 2014). Mekanda doğa yedi madde halinde ele alınmıştır (Browning vd., 2014)

Doğa ile görsel bağlantı: Doğal unsurlara, doğal süreçlere ve canlı sistemlere bakış. Bahçe veya deniz manzaralı bir pencere, saksı bitkileri, çiçek tarhları, avlu bahçeleri, yeşil duvarlar ve yeşil çatılar gibi.

Doğa ile görsel olmayan bağlantı: Doğal unsurlara, doğal süreçlere ve canlı sistemlere kasten ve olumlu bir referans veren işitsel, dokunsal, koku ya da tatlandırıcı uyaranlar.

Ritmik olmayan duyusal uyaranlar: İstatistiksel olarak analiz edilebilen, ancak tam olarak tahmin edilemeyen, doğayla ilgili değişken, rastlantısal ve geçici bağlantılar. Çimenlerin veya yaprakların yumuşak bir şekilde esintiyle hareket etmesi,  suyun yüzeyinin dalgalanması gibi.

Termal ve hava akımı değişkenliği: Hava sıcaklığındaki ince değişiklikler, bağıl nem, ciltteki hava akışı ve doğal ortamları taklit eden yüzey sıcaklıkları.

Suyun varlığı: Suyu görmek, işitmek ve dokunmak.

Dinamik ve difüz ışık: Doğada meydana gelen aydınlatma koşullarını, ışık ve gölge yoğunluklarıyla taklit etmek.

Doğal sistemlerle bağlantı: Mevsimsel değişiklikler gibi, doğal süreçlerin farkındalığı ve onlara yakınlık.

Biyofilik tasarım, insan psikolojisi üzerindeki iyileştirici etkisinden dolayı özellikle sağlık hizmeti verilen alanlarda önemli bir etkiye sahiptir. Hastaneler, klinikler ve ofisler; hastalar, ziyaretçiler ve sağlık çalışanları için yüksek strese sebep olan ortamlardır. Mevcut sağlık yapılarında mekânsal alanlar genellikle fonksiyon odaklı tasarlanırken, bu mekânların insanlar üzerinde nasıl bir etkiye sebep olduğu arka planda tartışılmaktadır. Günümüze kadar yapılan araştırmalar sonucu elde edilen bulgular doğanın stresi azaltmada önemli bir yardımcı olduğunu, doğanın pozitif duyguları geliştirdiğini ve iyileşme sürecini hızlandırdığını göstermektedir. Hastanelerde doğal veya doğayla bağlantı kurabileceğimiz unsurların bulunmasının, hastaların iyileşmesine etkileri konusunda çalışan Roger Ulrich, yürüttüğü çalışmalar sonucu doğanın, kan basıncı düzenleyici, ağrı azaltıcı, bağışıklık sistemi güçlendirici, bulaşma riski azaltıcı ve yara iyileşme sürecini hızlandırıcı etkilerini tespit etmiştir.

Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişle birlikte yaşanan kentlerdeki nüfus artışı, yapılaşma yoğunluğunu ve doğal çevreden uzaklaşmayı da beraberinde getirdi. Yapılan sosyolojik araştırmalar insanların kent yaşamında en çok doğayı özlediği ve doğayı çağrıştıran mekânlarda mutlu olduğunu gösteriyor. Bu da mimarları ve tasarımcıları doğa ile güçlü ilişkiler kuran mekân tasarımlarına yönlendiriyor. Doğayı mimarlıkla bütünleştirmeyi amaçlayan biyofilik tasarım da tam olarak bu konuda bir çözüm üretmeyi amaçlıyor. İçinde yaşadığımız mekânların ruh halimiz ve performansımız üzerindeki tartışılmaz etkisi, biyofilik tasarımın ortaya çıkışındaki en önemli sebebi oluşturuyor. “Biyofili” kelimesinin kökeni, Latince “yaşama ve yaşayan sistemlere duyulan sevgi” anlamına gelen “biophilia” kelimesine dayanıyor. Ünlü biyolog E.O. Wilson tarafından ortaya atılan “biophilia” kavramı, insanoğlunun doğası gereği diğer tüm yaşam sistemlerine içgüdüsel olarak bağlı olduğunu savunuyor. “Biyofilik tasarım” ise bu kavramın mimarlık ve tasarım alanlarındaki yansımasını oluşturuyor. Biyofilik tasarım, insanın doğa ile iç içe olan yapılarda daha verimli çalıştığını, daha çabuk iyileştiğini ve daha kolay öğrendiğini kanıtlayan araştırmalara dayanarak doğaya özgü unsurları modern mimariye taşımayı amaçlıyor. Bu prensipten hareketle mekânlarda fark yaratmayı amaçlayan tasarımcılar, okul, hastane ve özellikle de yeni nesil ofislerde biyofilik tasarım ilkelerini göz önünde bulundurarak; doğal havalandırma, doğal aydınlatma, doğanın içindeki formlara, sistemlere ve yaşam örgülerine öykünen çözümlemelere yer veriyorlar. Böylece biyofilik tasarım ile kullanıcılar iç mekanlarda da kendilerini doğa ile ilişkili hissetme olanağı bulabiliyor. Çevrenin korunmasında ve enerji tasarrufunda sürdürülebilirlik ilkeleri, yenilenebilir enerji, yeşil çatı gibi uygulamalarla oldukça etkili çözümler üreten çağdaş mimarlık, bugüne kadar insanın doğa ile etkileşimine odaklanmakta oldukça yetersiz kalmıştı. Bu açığı kapatmayı vadeden biyofilik tasarım anlayışı ise, insan ve doğa arasındaki farkındalığı arttırarak daha doğal ve konforlu mekânlar yaratmayı amaçlıyor. 

Mimaride Biyofilik Tasarım

Mimarlık tarihinde önemli bir yeri bulunan 1937 tarihli Frank L. Wright tasarımı Şelale Evi, biyofilik tasarımı arayışlarının ilk nitelikli örneklerinden biri olarak kabul ediliyor. Kayalık bir alanda bir şelalenin üzerinde konumlanan bu modern mimarlık harikası evin hikâyesi de en az kendisi kadar ilginç. Evin sahipleri “şelale manzaralı bir tasarım” talebiyle mimara başvurur. Mimar Frank L. Wright ise kendilerine “Ben sizin şelale ile yaşamanızı istiyorum, ona sadece bakmanızı değil” diyerek biyofilik ilkeleriyle uyumlu bir tasarım ortaya koyar. Yapıda şelale sesinin evin her köşesinden duyulabilmesi sağlanırken, evin bulunduğu arsadaki kayalıklar konutta ısıtma aracı olarak kullanılır. Şelale Evi tüm detayları ile içinde yaşayanlara doğa ile sürekli etkileşim içinde olma fırsatı sunan bir yapı olarak tarihe geçer. Biyofilik tasarımın geçmişten günümüze diğer etkileyici örneklerinden biri de 2009 yılında Singapur’da inşa edilen Khoo Teck Puat Hastanesi tasarımı. 550 yataklı, kapsamlı hastane yapısı, hasta psikolojisi  ve personel verimliliği merkezde tutularak tasarlanmış. Bulunduğu çevrenin zengin yeşil alanlarını iç mekânlarda da yaşatan proje, enerji verimliliği açısından da etkili bir örnek niteliğinde. Enerji kullanımı diğer hastanelere göre % 50 oranında az olan ve açık alanlarıyla iç mekâna %70 doğal havalandırma sağlayan hastane, “bahçedeki hastane” konsepti ile oluşturulmuş. Gölet ve bahçe manzarasının yatıştırıcı etkisinden faydalanmak amacıyla yatarak tedavi gören hasta odalarını gölet manzarasına doğru konumlandıran mimarlar, üst katlardaki hasta odaları için de yeşil teraslar tasarlamış. 2014 yılında Boeri Studio tarafından Milano’da tasarlanan Bosco Verticale Apartmanı ise adını İtalyanca “dikey bahçe”den alıyor. Nüfus artışına bağlı olarak çok katlı apartmanlarda bahçe ve yeşil alandan uzak yaşantıları sorun olarak belirleyen mimarlar, kullanıcılara sağlanan psikolojik faydanın yanı sıra mikro iklim ve atmosfere salınan gaz miktarının azaltılması açısından da sürdürülebilir bir tasarım yaratmış. Kullanıcılarına üst katlarda olmalarına rağmen doğal hayatı ve yeşilliği sunan bu dikey bahçeler, biyofilik tasarımın çağdaş konut yaşamına uyarlanmasının da iyi bir örneği. İsveç’in Harad kentinde konumlanan Mirrorcube ağaç otel ise 64 metreküplük bir cam kutudan oluşan basit ama etkileyici biyofilik tasarım örneklerinden biri. Ormanın ortasında gizlenmiş olmuş bir sığınak oluşturan otel, doğaya verilen etkiyi en aza indirgeyerek doğa içinde nasıl yaşayabiliriz sorusundan hareketle ortaya çıkmış. Küçük, ancak iki kişi için yeterli bir yaşam alanı sunan cam küp yapı, ağaçlar arasında bir inziva noktası oluşturmuş. Madrid kentine yakın bir ormanlık alanda bulunan Selgas Cano Mimarlık’ın kendi mimarlık pratiği için tasarladığı tünel formundaki ofis yapısı, doğa ile iç içe olma deneyiminin çalışmaya olan pozitif etkisi düşünülerek planlanmış. Yapının kuzey cephesi ve çatısının önemli bir bölümünde tamamen cam malzeme kullanılmış. Mimarları tarafından, “aerodinamik tüp” olarak nitelendirilen ofis yapısı, ofisteki çalışma ortamının doğa ile entegre olmasını sağlamanın yanı sıra çalışanların yukarı baktıklarında gökyüzünü görebilmelerine de imkân veriyor. İklim etkisi düşünülerek kütlenin bir kısmı toprak altına gömülmüş, böylece sürdürülebilir ve ekonomik tasarım parametreleri de gözetilmiş. Ünlü İngiliz mimarlık ofisi Grimshaw Architects tasarımı “Eden Project” ise biyofilik tasarımın sürdürülebilirlik üzerindeki etkilerine iyi bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. İngiltere’de bulunan doğal yaşam merkezi, inşa edildiği tamamen yeşil alandan yoksun araziyi dünyanın farklı iklim ve coğrafyalarından bitki topluluklarının bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş biyomlara dönüştürmüş. 

Biyofilik Tasarımın Temel İlkeleri

Temel amacı nitelikli mekânlar tasarlamak ve yapılı çevre içerisinde yaşamanın insan psikolojisi üzerinde yarattığı negatif etkileri uzaklaştırmak olan biyofilik tasarımın aslında 7 temel ilkesi bulunuyor. Biyofilik tasarımın ilk ve en kolay adımı, iç mekânlarda bol miktarda bitki kullanımından geçiyor. İnsan psikolojisi üzerinde doğrudan olumlu etkileri olan bu yöntem biyofilik tasarım için sadece bir başlangıç niteliği taşıyor. Bunun yanı sıra doğada görülen biyomorfik kalıp ve düzenlemelerden faydalanmak da mekânın doğa ile ilişkilendirilmesini sağlayabiliyor. Doğayı taklit etmek olarak da bilinen biyomimikri yaklaşımı, doğal renk tonlarının, yaprak desenlerinin, floral dokuların ya da doğada bulunan matematiksel oranlar olan fraktal örüntülerin iç mekânda kullanılmasını da kapsıyor. Biyofilik tasarımı iç mekânlara adapte etmenin bir diğer önemli adımı doğal malzeme kullanımından geçiyor. Taş ve ahşap gibi doğanın yansıması olan malzemeler, insan ile doğa arasındaki ilişkiyi güçlendiriyor. Ayrıca yerel ocaklardan çıkarılan doğal taş malzemenin kullanılması da karbon ayak izinin azaltılması açısından önem taşıyan ve biyofilik tasarımı destekleyen ölçütlerden biri. İç mekânlarda doğal ışık kullanımı insanın bedensel ritmini düzenliyor. Gün boyunca insanı dış çevreye bağlayan, doğal veya yapay olarak değişen aydınlatma, 24 saatlik döngümüzü de oluşturan ana etmenlerden biri. Yapay aydınlatmaya uzun süre maruz kalmanın insan fizyolojisini olumsuz etkilediği de bir gerçek. Bunun için mekânların doğal ışık almasını sağlamak ve gün içindeki doğal ışık değişikliklerini tasarım kriteri olarak kullanmak, biyofilik tasarımın ana etmenlerinden birini oluşturuyor. Görsel konforu da attıran bu etmen, enerji kaybını azaltarak sürdürülebilirliğe de katkı sağlıyor. İç mekânlarda doğal havalandırma ve hava akımı, kullanıcılar için en verimli ortamı sağlıyor. Hava akımı uyanık kalmayı sağlarken özellikle ofis ve okul yapılarında kullanıcıların çalışma performansının da artmasına yardımcı oluyor. Mekânlara su öğesinin eklenmesi ise insan zihni ve bedeni için büyük önem taşıyor. Ampirik araştırmaların sonuçları, suyun varlığının kan basıncını düşürme, kalp atış hızını düşürme ve bellekte iyileşme gibi sonuçlar doğurduğunu ve mekânları kesinlikle daha huzurlu kıldığını ortaya koyuyor. Biyofilik tasarım anlayışında insanlara doğanın etkilerini en güçlü şekilde ulaştırabilmenin yolu çoklu duyulara hitap etmekten geçiyor. Doğayı görmenin imkânsız olduğu durumlarda doğayı koklamak, hava akışını hissetmek ve su sesini duymak da kullanıcıların mekan deneyimini zenginleştiriyor. Doğanın doğrudan mekânın içine alınmasının kullanıcı üzerindeki fizyolojik ve psikolojik faydaları en yüksek seviyede olsa da, biyofilik tasarım bunun mümkün olmadığı durumlarda doğayı taklit eden öğelerden de yararlanabiliyor. Örneğin doğa tabloları ve biyomorfik desenlerin varlığı da alan algısını değiştirerek mekânı doğa ile olabildiğince ilişkili hale getiriyor. Kent yaşamının olumsuz etkilerinden uzaklaşmak ve doğaya daha fazla yaklaşabilmek için biyofilik tasarımı ve ilkelerini anlayarak, iç mekânlarımıza daha fazla adapte etmek büyük önem taşıyor.

TASARIMLA KALIN ….

 


Yazarın Diğer Yazıları
FACEBOOK İLE BAĞLAN