HEMEN MAGAZİN İZMİR'E ABONE OL!

Ferah Uzundurukan

Lütfen, Elimizi Bırakmayın Çocuklar

Magazinizmir

Yarın sabah erken kalkmalıyım...

Yarın ki toplantıyı halledersem rahatlayacağım...

Yarın tüm gün ütü yapmalıyım...

Çok heyecanlıyım yarın önemli bir görüşmem var....

Yarın annemi mutlaka aramalıyım...

Yarın ilk iş arabayı servise götürmek olacak ..

Yarın tüm gün tembellik edeceğim...

Yarın ki sınavım iyi geçerse kocaman bir pasta yiyeceğim...

Yarın misafirim gelecek...

Ben en iyisi yarın uzun bir yürüyüş yapayım...

Yarın ki doktor randevuma geç kalmamalıyım...

Bugün çok gergindim ateş püskürdüm yarın en iyisi ben arkadaşımdan özür dileyeyim....

Yarın kredi kartının ödemesini yapayım. ..

 

Hepsi ne kadar tanıdık cümleler değil mi? Bu cümlelerin herbiri insanın kendisi... Buram buram insan kokuyor ve herbirimizin yaşamımızın içinden...

Ne çok şey söylüyoruz yarın için, ne kadar çok beklentimiz var "yarınlarımıza" dair ve ne çok yapmak istediğimiz planlarımız, isteklerimiz heveslerimiz...

6 şubat günü onlarca insanın bundan daha büyük cümleleri vardı, yapacak işleri, gidecekleri yerleri, yiyecek yemekleri, sarılacak sevdikleri... Kaç bin insanımız buna benzer cümleler kurdu sabaha dair, "yarın" için fakat hepsi bir önceki günde kaldı... Yarınları olmadı, olamadı... O güne çıkabilenlerin de günü aydınlanmadı, sabahı olmadı, güneşi doğmadı... Dolaptaki yemekler kaldı, kurulan saatler ya çalmadı ya da boşa çaldı... Cümleler havada kaldı, planlanan görüşmeler yapılamadı, hayaller sonsuzlukta buluştu.

Bazı acıların empatisi bile olamıyor biliyor musunuz? Ne yazarsak yazalım o durumu yaşayanların yerine koyamayız kendimizi. Korku, panik, iç acısı, kalp ağrısı, kalp çarpıntısı... Tüm bu hissiyatlar  "şimdi nasıl olacak, nasıl toparlanılacak, bu beton enkazları ve daha beteri bu ruh enkazları üzerimizden ne zaman kalkar, herşey eskisi gibi olabilecek mi, bunca ölen canın acısı nasıl dinecek, kaç kırk çıkması gerekir bu acının hafifleyebilmesi için?...  Devam eden ucu bucağı gelmeyen bin tane soruyla dudaklarda donup kalıyor...

Yaşadığımız bu kıyametle neleri sorguladık, hangi yanlışları, ihmalkârlıkları gördük, hayat bize ne öğretti, hangi dersleri aldık, almalıyız?

Tüm bu öğretileri yazıyoruz, okuyoruz, sorguluyoruz, tartışıyoruz. Eminim bu sefer gerçekten herbirimiz birey olarak da çok yargının farkına vardık. Eğer ki halen birtakım şeyleri sorgulayamıyorsak da bu bizlerin ayıbı olsun insanlığımızı sorgulayalım...

Herşey bir yana tüm bu acı gerçekliğin içinde kalbimizi parçalara bölen çocukların kaybı oldu. Enkazların üzerine asılan o rengarenk balonlarla beraber o çocuklar renkli gökyüzüne melek olup uçtular bizleri cehennemde bırakarak.... Hiç kuşkusuz ki yine yaşama tutunma sebebimiz de geride kalan o meleklerin varlığı olacak. Tüm dünya, kainat hala ayakta duruyorsa onca kötülüğe rağmen hala güneş doğuyorsa bize değil;  bilmeliyiz ki o masum çocukların temiz kalbinin günahsız gözlerinin yüzü suyu hürmetinedir.

Depremle ilgili çok şey yazabilirim burda. Ama bazen bunları artık yazmak da, herkesin kurduğu cümleleri kurmak da safsata gibi geliyor. Şu saatten sonra ne yazdığımız önemli değil ki; yazdıklarımızın ne kadarını uygulayabildiğimiz, ne kadar insanlık göstererek yolumuza devam edebildiğimiz önemli. Yaşadığımız "acı" tanımının da çok çok üzerinde bir durum. Herkes yazıyor, hepimiz yazıyoruz. Herşeyin sonuna kadar farkındayız ama artık olay farkında olmak değil; farkındalıklarımızı yaşama geçirebilmek...

Zira hep laftayız, sözdeyiz, farkındayız...Bunların artık işe yaramadığını çok acı bir şekilde tecrübe etmedik mi, daha üstü ne olabilir ki?23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın yaklaştığı günlerin içindeyiz. Elimizde artık sadece çocuklarımız, gençlerimiz kaldı. Atamızın emaneti çocuklarımıza sarılacağız, Atamıza sığınacağız ve gözyaşlarımıza rağmen bayraklarımızı sallayacağız.

Lütfen çocuklar, geleceğimizin teminatı, Atatürk'ün emaneti çocuklar, gençler! Siz bizi bırakmayın, bizlerin elini siz bırakmayın olur mu?


Yazarın Diğer Yazıları
FACEBOOK İLE BAĞLAN