HEMEN MAGAZİN İZMİR'E ABONE OL!

Zeynep Bugay

Erişkinler İçin Hikayeler 13

Magazinizmir

Okuldan çıkıp eskinin ada gazinosu bugünün restoranı Jardin’e doğru sıralı bir şekilde yürüyorduk. Ben yürümüyordum tabii ki her zamanki gibi annemin büyük bez çantasının içinde kitaplarla birlikte oturuyordum. Zaten annemin hepimizi bir arada tutma kaygısı varken merakına yenilip başını alıp gidebilecek kedisini engellemek için böyle yapması da son derece makul bir seçimdi. Gerçi kaçsam da vapura atlayıp, şehre geçecek değildim ya en fazla bir iki gün boyunca tüm adayı dolaşır, çöpleri eşeler, köpekler tarafından korkutulup kovalanır sonunda da koklaya koklaya iz sürmek suretiyle evimize veya okula geri dönerdim… Gidecek başka bir yerim veya başka bir ailem yoktu çünkü…

Şükran annem hepimizdeki fıkır fıkır heyecanı sezmiş ve bizleri zaptı rapta alma ihtiyacı hissetmiş olsa gerek ki “Çocuklar lütfen kimse geride kalmasın, 10 dakikada bir sayım yapacağım, son gezimizde iki tanenizin eski hamam kalıntılarının peşine düşüp, ortadan kaybolmak suretiyle yüreğime indirdiğinizi hatırlatırım! Çok rica ediyorum haylazlık etmeyin yoksa bir daha derslikten dışarıya adımımızı bile atmayız! Elif’ciğim sen de sıranın en sonunda dur ve arkadaşların arasında güzergâh değiştirmeye niyetlenen olursa hemen bana seslen!” dedi. 

3-4 dakikalık bir yürüyüş sonrasında eksiksiz şekilde Jardin’e varmıştık. Öğle yemeği molamızı burada verecektik. Yazın güzel günlerinde ailelerin mangal yakıp et pişirdikleri, iştahla meze yiyip içtikleri, neşeyle şarkılar söyledikleri deniz kenarı kısmı ve bahçesi de olan restoran kışları sadece iç kısmını sınırlı saatler için açık tutardı. “Öğle yemeklerinizi çıkartın çocuklar, Orhan Bey’ler bize topluca oturabilelim diye büyük masa hazırladı” dedi annem. Öğrenciler gürültüyle yerleşirken, hepimize içelim diye ayran ikram edildi. Annem beni çantasından çıkarttı, yere bıraktı ve ayranının bir kısmını da minik bir tabağa döküp, bana verdi. 

Keyifle yerken, annem sohbet havasında “Romen Diyojen kimdir çocuklar, nereden tanıyoruz biz onu?” diye sordu. “Alparslan’a yenilip, kör olmuş zavallı bir Bizans komutanı öğretmenim” dedi Ahmet heyecanla ağzındaki lokmasının konuşurken gözükmesini de sakınmaksızın. “Yenilginin acısından mı kör olmuş peki Ahmet’ciğim?” diye konuşmayı devam ettirdi annem. “Hayır, gözlerini oymuşlar galiba…” diye atladı Elif, ağzındaki lokmanın gözükmesini engellemek için de eliyle ağzını hafifçe kapatarak. “Mil çekmişler Elif kızgın demirle, oymamışlar ki” diye düzeltti Arda. “Canı çok yanmış olmalı zavallı adamın… Biliyorsunuz değil mi? İşkence ve kötü muameleye tabii olmama hakkı insanlık onuru gereğince bizim anayasamızda ve uluslararası hukukta buyruk emirle herkesin hakkıdır” diye gerekli bir bilgi verdi annem. “O zaman Tarçın ve yavrusu köpek oldukları için mi yasa onları işkenceden korumadı?” diye sordu Elif içi burulduğu belli olarak. “Onlara da işkence edenlere 5 yıla kadar hapis cezası verilebiliyor artık yasaya dayanarak ama failleri kaçmıştı, bulunamadılar hatırlarsanız” diye yanıt verdi annem. “Öğretmenim burnu kesilen II. Jüstinyanus altın bir burun yaptırıp tahta çıkmıştı ya… Romen Diyojen neden korsanların göz bandından takıp, hayatına devam etmemiş?” diye çok akıllıca bir soru sordu Onur. “Gözlerindeki yaralar yüzünden iltihabi bir durum olduğu ve altın varaklı göz bandı imal ettirmeye vakti yetmeksizin hakkın rahmetine karıştığı tahmin ediliyor Onur’cuğum” dedi annem gülerek. “Mezarı neredeymiş peki Öğretmenim, yukarıda Hristos Manastırı’nda mı?” diye merakla sordu Onur. “İmparator 5. Leo’nun orada yattığını sanıyoruz” diye olumsuz bir yanıt verdi annem.  “Öğretmenim gavur mezarı aramamız ne kadar doğru? Abdestimiz kaçmasın?” diye kaygıyla sordu Kerem. “İmparator Hristiyan’dı Kerem’ciğim. Gavur dinsiz veya Müslüman olmayan kimseye denilse de tüm insanoğlu Adem’in evladı olduğu için herkes kardeştir” diye yanıtladı annem soruyu kınamaksızın veya katı bir tavra bürünmeksizin. “Ama Müslüman adetine göre defnedilmemiş birisine Fatiha da okuyamayız, bence bırakalım gömülü olduğu yerde tek başına kalsın” diye diretti Kerem. “Dinimiz başka dine mensup ölü veya diri herhangi bir kimseye hayır duası göndermemizi yasaklayan en ufak bir kural barındırmıyor, ölmüş ruha dua yollamak dini, dili, ırkı ne olursa olsun çok ince ve insani bir davranıştır. Hem de Romen Diyojen’in hapishanede çok acı çekerek ölmüş olduğunu varsayarsak senin onu hatırlaman onu çok mutlu edecektir” dedi annem. 

Kerem inanmamıştı ve huzursuzdu. “En üstün din dinimizdir, o gavur da dinimize mensup olsaydı ona da saygı duyardım ve dua ederdim” dedi. Annem çıkışacak mı diye çekinmiştik ki cevabı sükunetle karşıladı. “Fikrine saygı duyuyorum ama sana Mahatma Gandhi’den bir alıntıyla cevap vereceğim, ‘Dinler aynı noktada birleşen farklı yollardır. Aynı amaca ulaşacak olduktan sonra farklı yolları seçmiş olmamızın ne önemi olabilir?’” dedi. Kerem gerçeklik karşısında afallamıştı. Annem tatlılıkla hepimize bakarak “Herkes tek bir kaynaktan gelir ve herkesin döneceği yer yine o kaynaktır. Kimse bir diğerinden hiçbir şekilde daha üstün değildir. Bunu daima aklınızda tutun. Bu ölçülü ve vicdanlı davranmanın anahtarıdır. Kerem sen bizimle gelmek zorunda değilsin, seni zorlamak istemem… İstersen seni evine bırakıp, biz arkadaşlarınla imparatorun mezarının izini sürmeye devam edebiliriz?” diye sordu. Kerem bir an düşündü ardından da “Hayır öğretmenim, özür dilerim. Ben de gelmek istiyorum, bir daha da mutlaka sözlerime dikkat edeceğim” dedi. 

O gün manastır yokuşunu tırmanırken hep bir ağızdan kocaman bir sesle inanarak annemin bize söylettiği Gandhi’nin şu sözlerini tekrarlıyorduk: “Sözlerinize dikkat edin, düşüncelere dönüşür. Düşüncelerinize dikkat edin, davranışlara dönüşür. Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür. Değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür. Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür…”
 


Yazarın Diğer Yazıları
FACEBOOK İLE BAĞLAN