Seyirci Tiyatroyu Nasıl Etkiler?

Gerçek adı Jean-Baptiste Poquelin olan bu genç adam 17.yüzyıl Fransa’sında, gösterişli saray yaşamının gölgesinde büyür. Babası Versay Sarayı’nın döşemelerini yapan, tanınmış ve zengin bir adam, annesi ise soylu ve oldukça zengin bir ailenin kızıdır. İşte bu genç adam aldığı iyi eğitime ve zengin yaşamına rağmen yirmi üç yaşında sahip olduğu her şeyi bırakarak gezici bir tiyatro kurmaya karar verir. Neden sahip olduğu her şeyi bırakmak zorundadır? Çünkü dönemin Fransa’sında sokaktaki halkın izleyeceği bir tiyatrocu olmak ya da sahneye çıkmak soylu insanların yapabileceği bir iş değildir. Ancak Fransız Akademisi’nin onayladığı klasik eserleri oynamak ya da bu eserlerden esinlenerek, belli kurallarla oyun yazmak onaylanabilirdi. Doğaçlama yapmak, onaylanmayan metinleri sahnelemek “iyi bir tiyatro” sayılmazdı. Saraya bu kadar yakın bir ailenin oğlu olarak Jean, işte tam da bu nedenlerle bir at arabasının arkasına yüklediği hayalleriyle yollara düşer. Fransa’nın köylerinde, küçük kentlerinde, sokaklarda tiyatro yapmaya çalışır, tam 12 yıl…
Dönemin şartları düşünüldüğü zaman sürekli yollarda olmak, bir tiyatro binasına sahip olamamak sağlık açısından ciddi riskleri de beraberinde getirir. Jean bu süreçte yaşadığı zorluklar nedeniyle sık sık hastalanmaya başlar. Akciğerleri kötü durumda olmasına rağmen asla durmaz. Şehir şehir gezmeye devam eder… Defalarca borç batağına sürüklenir, hatta borçları yüzünden bir keresinde hapse düştüğü de söylenir. Kurduğu gezici tiyatronun yöneticisi olan Jean aynı zamanda oyunlar yazar ve bir oyuncu olarak sahneye de çıkar. Özellikle yazdığı ve saray hayatını eleştiren komedi oyunlarının büyük ilgi görmesine rağmen onun hayalini kurduğu asıl şey bir tragedya oyuncusu olarak sahneye çıkmaktır; ama bu hayali asla gerçekleşmez. Öncelikle Jean fiziksel olarak kusurludur ve yaptığı her ciddi harekete seyirciler gülerek tepki verir. Sadece bu da değil, ciğerlerindeki rahatsızlıktan dolayı sürekli öksürmesi zamanla sahneye çıkmasına da engel olur.
Uzun lafın kısası Jean isimli bu adam, hayatı boyunca kendisinin ve ailesinin de içinde olduğu düzeni eleştiren komedi oyunları yazar. Büyük bir tragedya oyuncusu olamadan, bunu bir kere bile başaramadan yakalandığı akciğer hastalığı sonucu ölür. Oyunları ise yüzyıllardır, hatta günümüzde bile sürekli oynanır. Babasını utandırmamak için yirmi üç yaşında gerçek adını kullanmayı bırakan bu tiyatrocunun adı Moliére’dir… Cimri, Hastalık Hastası, Kibarlık Budalası gibi hepimizin bildiği çok sayıda komedi oyunun usta yazarı… “Yayınlanmak için değil de oynanmak için oyun yazan” ve sahneye her çıktığında bedensel kusurları ve hastalığı yüzünden seyircilerin güldüğü büyük usta Moliére… Oyuncu ve oyun yazarı olarak seyircisini her zaman güldürmeyi başarmış ama yaşamıyla bir trajedi örneği olan komedi ustası…
Evet, kesinlikle bir tiyatrocu ya da bir sanatçı kolay yetişmiyor; hangi ülkede ya da çağda yaşarsa yaşasın… Ama benim burada, asıl dikkatinizi çekmek istediğim nokta “iyi tiyatrocuları” yetiştirenler yani bizler; Moliére’i alkışlamayan seyirciler…
Belki Moliére’in hikayesi trajik olabilir ama dikkatli bakıldığı zaman seyircinin verdiği doğru tepkilerin ne kadar önemli olduğunu görürüz. Çünkü sahne büyüleyici olduğu kadar acımasız bir yerdir. Büyük bir trajedi canlandırabilmek için o rolün gerekliliklerini yerine getirebilmeniz, yıllar süren eğitimlerden geçmeniz ve en önemlisi seyirciyi o role ikna etmeniz gerekir. İkna olmayan bir seyirci kadar acımasız, gerçek ve dürüst bir eleştirmen yoktur. Aynı zamanda seyirci size, kendisine rağmen tiyatro yapmamayı, sürekli değişmeniz ve gelişmeniz gerektiğini hatırlatır. Gerçek bir seyirci size, bir sanatçı olarak ne yapabileceğinizi veya ne yapamayacağınızı söyler. Tıpkı bir ayna gibi… Sizi izlemeye gelen ve yüzlerce gözden meydana gelmiş, devasa bir ayna…
O halde şunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz; Moliére büyük bir tragedya oyuncusu değildir. Bu gerçektir. Muhteşem bir komedi yazarı ve çabasıyla örnek alınacak bir sanatçıdır. Cesurdur. Komedi oyunlarında başarılıdır. Ancak tragedya oyuncusu değildir. İşte bu gerçeği, hiçbir tiyatro bilgisi olmamasına rağmen Moliére söyleyen ise köylerdeki, kasabalardaki halktır yani seyircidir.
Aldığımız biletlerle, gitmeyi tercih ettiğimiz oyunlarla ve çok daha önemlisi bir oyunu izlerken ve bittiğinde verdiğimiz tepkilerle biz seyirciler çok önemli bir görevin altına da imzamızı atıyoruz: Bizler iyi tiyatrocular ve doğal olarak izleyeceğimiz iyi oyunlar yetiştiriyoruz. İşte bu nedenledir ki her oyunu ayakta alkışlamak yerine hak eden oyunları ayakta alkışlayarak, bizi canlandırdığı role inandıran oyunculara hak ettiği değeri vererek iyi bir tiyatro yaratabiliriz…
Moliére’i başarısız olduğu halde ayakta alkışlayan bir seyirci kitlesi olduğunu hayal edin… Belki Moliére istediği gibi bir tragedya oyuncusu olurdu ama asla iyi bir tiyatrocu olamazdı.

  • PAYLAŞ:
YORUM YAP